İçerik
İslam medeniyeti bir ilim ve irfan medeniyetidir. İslam’ın ilk emrinin “oku” olması ve ilk inen ayetlerde ilim ve kaleme vurgu yapılması bunun en bariz delilidir. Bilenlerle bilmeyenlerin bir olmayacağını bildiren Kur’an-ı Kerîm müminleri sürekli bilgilerini artırmaya, tefekkür etmeye ve akıllarını kullanmaya teşvik etmiştir.
Allah’ın bir insana nasip ettiği en büyük hayrın dinde ilim sahibi olması olduğunu öğreten Allah Resûlü ilim ve âlimlerin fazileti hususunda bir hadis-i şerifte şöyle buyurmaktadır:
“Kim ilim talebi için bir yola çıkarsa Allah ona cennete giden yolu kolaylaştırır. Melekler, hoşnutluklarından dolayı ilim talebesine kanatlarını serer. Denizdeki balıklara varıncaya kadar yer ve gök ehli âlim kişinin bağışlanması için Allah’a yakarır. Âlimin abide (ibadet edene) üstünlüğü dolunayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Kuşkusuz âlimler peygamberlerin varisleridir. Peygamberler miras olarak ne altın ne de gümüş bırakmışlardır. Onların bıraktığı yegâne miras ilimdir. Dolayısıyla kim onu alırsa büyük bir pay almış olur.”[1]
Başka bir hadis-i şerifte “Yalnızca iki kişiye gıpta edilir: Allah’ın kendisine mal verdiği ve onu hak yolunda harcayan kimse ile Allah’ın kendisine (ilim ve) hikmet verdiği ve ona göre amel edip, onu başkalarına da öğreten kimsedir.” buyurmuştur.
Başka bir hadis-i şerifte ise “İnsan ölünce üç şey dışında ameli kesilir: Sadaka-i câriye, faydalanılan ilim ve kendisine dua eden hayırlı evlat” buyurmuştur.
MEDRESELERİN TARİHÇESİ
İslam’ın ilme, ilim talebine ve âlimlere verdiği önemden dolayı ilim tahsili İslam’ın doğuşuyla birlikte başlamıştır. Mekke’de Daru’l-Erkam ve Medine’de Mescid-i Nebevî’nin Suffe kısmı ilk İslam medreseleri olarak kabul edilmiştir. Daru’l-Erkam bir davet ve tebliğ merkezi olmanın yanında Allah Resulü tarafından Kur’an’ın müminlere öğretildiği bir nevi gündüzlü medrese görevini de görmüştür.
Suffe ise tam bir medrese olarak hizmet görmüş ve İslam tarihinin ilk medresesi unvanını almıştır. Burada sayıları 400’e varan, kendini tamamen Kur’an ve sünnet öğrenmeye adamış, evi, çoluk-çocuğu olmayan sahabeler barınmıştır. Bu sahebe-i güzinin iaşesini Allah Resûl’ü ve ashabı temin etmiş ve bu sahabeler İslam misafirleri olarak telakki edilmiştir. “Ashab-ı Suffe” diye nitelenen bu sahabe topluluğu ilk muallimimiz Allah Resûlü’nin rahlesinden geçen bahtiyar talebeler olmuşlardır.
Mescid-i Nebevî’de örneğinde olduğu gibi İslam tarihinde camiler birçok fonksiyon yerine getirmiştir. Halkalar oluşturmak suretiyle ilim tahsilinin yapıldığı mekânlar olarak medrese görevini de görmüş ve hala bazı İslam beldelerinde halen görmeye devam etmektedir.
Mekke’de Mescid-i Haram, Fustat’ta Amr Bin ‘Âs, Dimeşk’te Emevî, Tunus’ta Kayrevan, Fas’ta Karaviyyin, Basra, Kûfe ve Bağdat şehirlerindeki büyük camiler bunun en bariz örnekleridir.
Buralarda ilmi faaliyet yoğun ve verimli bir surette gelişmiş ve büyük alimler yetişmiştir. Mesela; İmam Şafiî’nin ders verdiği Amr Bin ‘Âs camisinde H.749/M.1348 yıllarına gelindiğinde 40’tan fazla ders halkasının yapıldığı rivayet edilmiştir.[4]
İLK MÜSTAKİL MEDRESELER
Camiden bağımsız ilk müstakil medreseler hicri II. yüzyılın sonlarında kurulmaya başlanmıştır.
Ebu Hafs el-Fakîh el-Buharî’nin (H.150-217) kurduğu medresenin ilk bağımsız medrese olduğu rivayet edilmektedir. Onu H. 305’te Ebu Hatim Bin Hibban el-Bestî ve H.349’da Ebu’l-Velid Hassan Bin Ahmed takip etmiştir. Onları da Mısır’da kurulan el-Ezher takip etmiş ve İslam âleminin hemen hemen her beldesine bu gelenek yayılmıştır. Bu medreselerin çoğu âlimler tarafından ferdi olarak kurulmuştur.
Medreseler ilk olarak Fatimîler tarafından devlet eliyle kurulmuştur. Mısır’ı işgal eden Fatımî hükümdarı El-Mu’izzu Li-Dinillah H.359, M.970 yılında Şia mezhebinin neşri gayesiyle daha sonra Ezher adını alacak olan Kahire Cami’sinin temelini atmıştır. Şiiler bu amaçla farklı beldelerde Daru’l-ilim adıyla medreseler inşa etmişlerdir.[5]
Ezher’in şia mezhebini yayma politikası büyük Sultan Selahaddin-i Eyyubi’nin 564/1168’de Mısır’ı fethedip Fatımî devletini ortadan kaldırmasına kadar devam etmiştir.[6] Selahaddin Ezher’i etkisizleştirip Ehl-i Sünnet’in hem akidevî hem amelî mezheplerine hizmet edecek birçok medrese inşa etmiş ve ilmî faaliyetlere büyük önem vermiştir. Bu amaçla Kahire’de 18, Fustat’ta 7 medrese inşa ettirmiştir. Keza bu amaçla kütüphanesinde 100 bin cilt kitap bulunan Fadıliyye medresesini kurmuştur. Selahhadin bir taraftan Sünnî medreseler kurarken diğer taraftan Şiî medreselerini sünnileştirmiştir.[7]
SELÇUKLULAR VE NİZAMİYE MEDRESELERİ
Medreseler en büyük gelişmeyi Selçuklu Sultanı Alparslan’ın Nizmülmülk namıyla şöhret bulan veziri Hasan Bin Ali Bin İshak Et-Tûsî döneminde yaşamıştır. Devlet desteğiyle H.457/M.1064 yıllarından itibaren birçok medrese kurmuştur. Nizamiye Medreseleri adıyla tarihe geçen ve Batınîlik ile yayılmacı Şiî mezhebi akımının önünü almak için kurulan[8] bu medreselerde Fkhî olarak Şafiî, İtikadî olarak da Sünni-Eş’arî mezhebi benimsenmiştir.
Eş’arî ve Şafiî olan Nizamülmülk’ün Ehl-i Sünnet itikadını neşretmek için davetçi âlimler ve devlet yönetimine Sünnî bürokrat ve yöneticiler yetiştirmesini hedeflediği bu medreseler o dönemin önemli siyaset ve ilim merkezleri olan Bağdat, Belh, Nisabur, Herat, İsfahan, Basra Merv, Taberistan, Cizre ve Musul gibi beldelerde kurulmuştur. Maddi olarak devlet her türlü imkânıyla destek vermiş ve onlara vakfiyeler tahsis ettirmiştir. Parasız ve yatılı olan ve günümüz üniversitelerini karşılayan bu medreselerde okuyan yoksul talebelere burs dahi verilmiştir.[9]
EYYUBİLER’DE MEDRESELER
Nizamiye Medreseleri, misyonunu icra etmede kendinden sonra gelecek olan Nuredddin Zengi ve Eyyubilerin müderris/ulema yetiştirme bakımından işini kolaylaştırmış ve onlara muazzam ilmî bir miras bırakmıştır.[10] Nitekim Nizamülmülk’ten sonra Nureddin Zengi (ö. 577/1181) Nizamülmülk’ün yolunu takip etmiş Şam, Halep, Hama ve Humus gibi şehirlerde medreseler inşa etmiştir.
Keza Salahaddin-i Eyyubi (ö.589/1193) Kahire, İskenderiye, Kudüs, Şam vs. yerlerde medreseler kurmuştur. Suyuti’nin “medreselerin tacı” diye nitelendirdiği, İmam Şafiî’nin kabri yanında ve Şafiîlere has yaptırılan Salahiyye medresesi, El-Meşhedü’l-Hüseyni Medresesi vb. medreseler ün salmıştır.[11] Böylece Salahaddin-i Eyyubi Nizamu’l-Mülk’ten sonra en çok medrese inşa eden sultan unvanını almıştır.[12] Bu dönemde Urfa’ya varana kadar hemen her beldede medreseler inşa edilmiş[13] ve bu medreselere vakfiyeler vakfedilmek suretiyle devlet desteği sağlanmıştır.[14]
OSMANLILARDA MEDRESELER
Osmanlılar da medreselere, ilme ve âlimlere ehemmiyet vermişlerdir. Osmanlı döneminde özellikle Sultan II. Murat tarafından Edirne’de, Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul Fatih’te ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde 957/1550’den itibaren kurulan medreselerle ilmi faaliyet zirveye ulaşmıştır.[15]
Osmanlılarda eğitim sistemi Nizamiye medrese sistemini esas alarak teşekkül etmiş, ilmi metot olarak Gazzalî ve Fahreddin Râzî çizgisini benimseyerek gelişmiştir.[16]
Medreseler aynı fikrî temele oturan kamu hayatının bir parçası olmuştur. Fikriyatı yönünden dinî bir müessese, yapısı açısından vakıf sisteminin içinde, malî yönden ise özerk bir kuruluş olup hizmetini devletin denetiminde yüzyıllar boyunca sürdürmüştür.[17]
MEDRESELERDE OKUTULAN İLİMLER VE YETİŞEN ALİMLER
İlk dönemlerde medreselerde Tefsir, Hadis, Fıkıh, Siyer-Magazi, Sarf, Nahiv, Belagat gibi Kur’an etrafında teşekkül etmiş ilimler okutulurken, zaman içerisinde Felsefe, Mantık, Matematik, Coğrafya, Kozmoloji, Tıp, Mühendislik vb. tüm pozitif ilimlerin de tedris edildiği mekânlara dönüşmüştür.[18]
Tarih boyunca medreselerde gerek dini gerekse pozitif ilimlerde ümmete ve insanlığa büyük ilmî miras bırakan ve dünyaya ışık saçan dahi âlimler yetişmiştir. Ciltler dolusu örneklerden birkaç tanesini şöyle sıralayabiliriz:
1. Bîrûnî: Matematik, Astronomi ve Coğrafya gibi birçok bilim dalında çığır açıcı araştırma ve incelemeler yapmıştır.
2. Câbir Bin Hayyân: modern kimyanın kurucusu olarak kabul edilir.
3. Cezerî: Bilgisayarların temeli olan sibernetiğin kurucusu olarak tanınır. İlk sistem mühendisi olan Cezerî fizikçi olup Cizre’de doğmuştur. 60 makinanın mucididir. Robot ve Bilgisayarın ana temelleri, saatler, su makineleri, musluk, kilitler, çocuk oyuncakları buluşları arasında yer alır. Kitapları uzun yıllar Avrupa üniversitelerinde okutulmuştur.
4. Ebu’l Vefa Buzcani: Kendi dönemine kadar hiçbir matematikçinin yapamadığı incelikte trigonometrik çizelgeler düzenlemiştir.
5. Ebubekir er-Razi: keşifleriyle ün salan kimyager doktor olup devrinin en büyük bilgini, ortaçağın en büyük klinikçisi olarak nam salmıştır.
6. Evliya Çelebi: Seyahatnamesi ile meşhur büyük Türk seyyah ve yazarıdır.
7. Farabî: Antik felsefenin en büyük otoritesi kabul edilip “Birinci Öğretmen” adıyla anılan Aristoteles’ten sonra, “İkinci Öğretmen” unvanını almıştır.
8. Gazzali: büyük İslam Filozofu ve müceddidi.
9. Harezmî: matematik ilmini halka anlatabilecek durumda düzenleyerek Cebir ilmini kurmuş ve ilk defa sıfır rakamını bulmuştur.
10. Hezarfen Ahmed Çelebi: Dünyada ilk olarak uçmayı başaran Müslüman bilgin olup galata kulesinden Üsküdar’a uçmayı başarmıştır.
11. İbn-i Haldun: “Sosyolojinin Kurucusu” unvanını kazanmıştır.
12. İbn-i Heysem: yaptığı çalışmalar ile Optik ilmine zemin hazırlamış, bu ilmin kurucusu sayılmıştır. Teleskopun keşfine altyapı hazırlamıştır.
13. İbn-i Rüşd: Eserleri Avrupa Üniversitelerinde yüzyıllarca okutulmuştur. Bunun sonucunda birçok batılı bilgin İbn-i Rüşd’ün etkisinde kalmıştır.
14. İbn-i Sînâ: “tabiplerin üstadı” olarak kabul edilmektedir. En önemli eseri olan el-Kanun fî’t-Tıbb Avrupa üniversitelerinde 600 sene tıpta kaynak kitap olarak okutulmuştur.
15. Mimar Sinan: Seviyesine bugün bile ulaşılamayan yüzlerce eser vererek tarihe geçen Koca Sinan mimaride erişilmeyecek bir dereceye yükselmiştir.
16. Piri Reis: Büyük bir coğrafyacı ve denizcidir. 400 sene öncesinden bugünküne çok yakın dünya haritası çizmiş keşfedilmeden yıllar önce Amerika’nın varlığından haber vermiştir.
17. Uluğ Bey: Matematikçi, astronom, edip ve şair olmasının yanı sıra Kur’an-ı Kerim’i 7 kıraat üzere okuyacak kadar kıraat ilmine sahip bir âlimdir.
OSMANLI’NIN SON DÖNEMİ ve OSMANLI SONRASI MEDRESELER
16. yüzyılın sonlarından itibaren medreselerde sorunlar baş göstermiş özellikle Tanzimat’tan sonra bu sorunlar daha bariz bir şekilde gün yüzüne çıkmıştır. Osmanlı’nın son dönemlerinde imparatorluğun gerilemesine paralel olarak medreseler gerilemeye başlamıştır.
Bunun önüne geçmek için zaman zaman ıslah-ı medaris kanunları çıkarılmış ise de istenen başarı elde edilememiş ve medreseler bir türlü eski münbit seviyesine çıkarılamamıştır.
Osmanlı’nın dağılması ve Cumhuriyetin kurulmasını müteakip dini kurum, şeair ve değerlerine karşı başlatılan kıyımdan medreseler de nasibini almış ve 1924’te çıkarılan Tevhid-i tedrisat kanununa dayandırılarak çıkarılan bir genelge ile medreseler tamamen ilga edilmiştir.
Sonraki dönemlerde din hizmeti yürütecek eleman yetiştirmek için 1949’dan itibaren İmam–Hatip okulları, 1959’dan itibaren İslam Enstitüleri ve daha sonra İlahiyat Fakülteleri kurulmuştur.[21] Ancak kurulan bu dini okullar, bizatihi bu okulların başındaki zevatın itirafı ve realitenin şehadetiyle hiçbir zaman medresenin boşluğunu dolduramamış ve “İslam âlimi” yetiştirmekten uzak kalmıştır. Bir asra yakın geçen zaman içerisinde ve halen günümüzde ülkemizde ilim, âlim ve âlim yetiştirecek kurum sıkıntısı devam etmektedir.
ŞARK MEDRESELERİ
Diyarbakır ve diğer şark vilayetlerinin kahir ekseriyetini oluşturan Kürtler Cumhuriyet öncesinde olduğu gibi Cumhuriyet döneminde bu geleneğe sahip çıkmışlardır. Medreseler lağvedildikten sonra Anadolu’da neredeyse hiç medrese kalmadığı halde şark vilayetlerinde uleması ve halkıyla her türlü mezalime rağmen az sayıda da olsa bazı medreseleri muhafaza etmeyi başarmıştır.
Tarihî medreselerin, hatta camilerin, kışla, depo, samanlık ve ahıra dönüştürüldüğü, Arap harflerinin yasaklandığı, ezanın dahi Türkçeleştirildiği bir dönemde bölge uleması ve halkı mağaralarda, samanlıklarda, ahırlarda, daracık hücrelerde, çok zor şartlarda, takibat ve tarassut altında bu hizmeti imkân derecesinde devam ettirmeyi başarmışlardır. Çoğu zaman aç ve çıplak kalsalar da bir şekilde peygamber mirasının gelecek nesillere ulaştırılmasını sağlamışlardır. Bu açıdan Şark Medreseleri yüzlerce yıllık geçmişe sahip Nizamiye ve Eyyubi medrese geleneğinin canlı örnekleri ve belki de türünün nadir ve nadide bakiyesidir.
Bölgenin geçirmiş olduğu birçok travmaya ve gerek içerden gerek dışarıdan yapılan bunca ifsat çalışmalarına rağmen halkın, sahih ehl-i sünnet çizgisinde, dinine mütemessik kalması bu medreseler ve tekkeler sayesinde sağlanmıştır.
MEDRESELERİN BAZI HUSUSİYETLERİ
Bir asra yakın bir zamandan beri batı tipi metotla yapılan eğitimden “İslam âlimi” yetişmediği müşahede edilmiştir. Sadece Türkiye’de değil diğer İslam ülkelerinde de bu sistemle yapılan eğitimden arzulanan neticenin elde edilmediği görülmektedir. Bu sonuç yüzyıllarca hem dini hem fenni ilimlerde dünyaya ilim ve irfan saçmış ve birçok alanda çığır açmış âlimlerin yetiştiği medrese eğitim sisteminin tekrar irdelenip değerlendirilmesini gerekli kılmıştır.
Medrese eğitim sisteminin diğer eğitim kurumlarında olmayan bazı özellikleri şöyle sıralanabilir:
1- Hesabîlik Değil Hasbîlik
Medreselerde hoca, öğrenci ve onları destekleyen halk olmak üzere üç cihetten hasbilik söz konusudur. Hoca verdiği dersi resmi bir vazifeyi ifa etme mecburiyetiyle değil tamamen gönüllülük esasına ve dinî bir sorumluluk bilincine binaen vermektedir. Bunun için zamanının ve enerjisinin tamamını medreseye harcamakta, elinden geldiği kadar öğrencilerini yetiştirmeye gayret etmektedir.
Öğrencinin mezuniyeti neticesinde geçerli ve iş imkânı sağlayan bir diploma sahibi olma gibi bir şansı ve niyeti olmadığından öğrenimini sırf ilim elde edebilmek, dinini öğrenmek ve öğretmek gayesiyle yapar. Bunun için gecesini gündüzüne katarak okur. Hem hocanın hem öğrencilerin bu hasbî ameliyesine karşılık halk da öşür, fıtır, zekât, sadaka ve infak gibi hayır ve hasenatıyla bu ilim faaliyetinin devam etmesine yardımcı olur.
2- Hoca-Öğrenci Tercihi
Medrese eğitimi tamamen gönüllülük esasına dayandığından hoca öğrencisini, öğrenci de hocasını seçme hürriyetine sahiptir. Hoca ilim öğrenebilecek istidada sahip olmadığına kanaat getirdiği veya ahlaki açıdan problemli bulup ıslah edemediği bir öğrencisini medreseden uzaklaştırabildiği gibi öğrenci de arzuladığı ilmî verimi alamadığı hocasını değiştirebildiği gibi istediği vakitte okuduğu medreseden ayrılıp bir başka medreseye intikal edebilir.
3- Tetkik, İlimde Derinleşme ve Tahlil Melekesi Kazandırma
Medreselerde İslami ilimlerle ilgili başlangıç, orta ve ileri düzeyde klasikleşmiş, kaynak olma özelliğine sahip temel kitaplardan metin/şerh/haşiyeler okutulduğu için öğrenci sağlam bir altyapı kazanma imkânını elde eder. Bu vesilesiyle öğrenci çok güçlü bir lisanî tahlil melekesini kazanır. Bu meleke sayesinde özel bir dille yazılmış bulunan İslami kitabiyatı/eserleri rahatlıkla okuyup yorumlama ve aynı lafızdan/cümleden farklı manalar istihraç ve istinbat etme imkânına kavuşur. Yüzeysel bir şekilde ilim öğretilen resmi kurumlarda okuyan öğrencilerden aynı başarıyı beklemek mümkün değildir.
4- Sahih Akideye Temessük ve Selefe Saygı
Medrese