İçerik
Hz. Süleyman (a.s.) Gazze’de doğdu. Babası Hz. Davut (a.s.) vefât ettiğinde 12-13 yaşlarında idi. Babası gibi önce hükümdar, sonra peygamber oldu.
Kuran’da 16 yerde ismi geçen Hz. Süleyman’ın (a.s.) Davut Aleyhisselam’ın oğlu ve vârisi olduğu, üstün kılındığı, şükreden, sâlih, hakîm, anlayışlı bir kul olduğu bildirilmekte, keskin zekâsı, engin bilgisi ve hikmetiyle karmaşık meseleleri kolayca çözüme kavuşturma yeteneğinden söz edilir. Allah diğer peygamberler gibi Hz. Süleyman’a (a.s.) da vahiyde bulunmuş ve onu da diğerleri gibi doğru yola iletmiştir. Kuran, Hz. Süleyman’ın (a.s.) güzel bir kul olduğunu, daima Allah’a yöneldiğini, Allah katında büyük değeri ve güzel yeri bulunduğunu belirtmektedir.
Allah, Davut Aleyhisselam gibi Hz. Süleyman’ı (a.s.) da peygamberlik, hükümdarlık, hikmet ve ilimle donatmış, saltanatı ve nübüvveti onların şahsında toplamıştır.
Hz. Süleyman’ın (a.s.) emrine rüzgârlar verilmiş, kendisine kuş dili ve başka hayvanların dili de öğretilmiştir. Hz. Süleyman (a.s.) atları, özellikle yarış atlarını çok severdi.
Beyt-i Makdis’i (Mescid-i Aksâ’yı) yedi yılda inşâ etti. Yemen’deki Sebe’ Melîkesi Belkıs ile evlendi. Hz. Süleyman’ın (a.s.) 40 yıl saltanat sürdüğü ve 52 veya 53 yaşında vefat ettiği nakledilir. Kabri Kudüs’tedir.
Muazzam dünyâ servet ve tasarrufunu kalbinin dışında taşıyan Hz. Süleyman’ın (a.s.) ayrıntılı hayatı.
Süleymân Aleyhisselâm çocukluğundan itibâren yüksek bir anlayışa sâhip, çok zeki biriydi. O’nun bu husûsiyetiyle ilgili olarak Resûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle bir hâdise anlatır:
“…Vaktiyle iki kadın ve beraberlerinde iki oğlan vardı. Yolda giderlerken bir kurt gelip kadınlardan büyük olanın çocuğunu alıp götürdü. Bunun üzerine bu kadın, arkadaşı (olan küçük) kadına:
«–Kurt, senin çocuğunu götürdü.» dedi.
Öbür kadın:
«–Hayır, senin çocuğunu götürdü!» dedi.
Nihâyet bu iki kadın, aralarında hükmetmesi için Davut Aleyhisselâm’a mürâcaat ettiler. Davut Aleyhisselâm çocuğun büyük kadına âit olduğuna hükmetti. Onlar muhâkemeden çıkıp, Davut Aleyhisselâm’ın oğlu Süleymân Aleyhisselâm’a gittiler. Davut Aleyhisselâm’ın hükmünü söylediler. Süleymân Aleyhisselâm da:
«–Bana bir bıçak getirin! Çocuğu (bu) iki kadın arasında paylaştırayım!» dedi.
Bunun üzerine küçük kadın:
«–Aman öyle yapma! Allâh sana rahmet eylesin! Çocuk bu kadınındır!» dedi.
Bunun üzerine Süleymân Aleyhisselâm çocuğun küçük kadına âit olduğuna hükmetti.” (Buhârî, Enbiyâ, 40)
Çünkü analık şefkati, evlâdının ölmesine râzı gelemezdi.
Süleymân -aleyhisselâm-’ın firâsetiyle alâkalı bir başka rivâyet de şöyledir:
Bir gece, bir koyun sürüsü bir tarlayı harâb etmişti. Tarla sâhipleri, Dâvûd -aleyhisselâm-’a gelip şikâyetçi oldular. Telef olan tarla, kıymet bakımından koyun sürüsüne müsâvî idi. Bunun üzerine Dâvûd -aleyhisselâm-, koyunların tarla sâhibine verilmesine hükmetti. Süleymân -aleyhisselâm-, o sırada küçük yaşta olmasına rağmen:
“–Babacığım, bir yol daha var! Koyunları tarla sâhibine borç olarak verelim; sütünden ve yününden istifâde etsin. Bu arada tarlayı düzenlesin. Tarla eski hâline gelinceye kadar koyunlar kendisinde kalsın. İşleri yoluna girince de, sürüyü sâhibine teslîm etsin!” dedi.
Dâvûd -aleyhisselâm- bu teklifi çok beğendi ve öyle hükmetti. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Dâvûd ve Süleymân’ı da (yâd et)! Bir zaman, bir ekin husûsunda hüküm veriyorlardı; hani o kavmin koyunları, geceleyin başıboş bir vazîyette bu ekinin içine dağılıp ziyân vermişti. Biz, onların hükmünü görüp bilmekte idik.” (el-Enbiyâ, 78)
“Böylece bu (fetvâyı) Süleymân’a biz anlatmıştık. Biz, onların her birine hüküm ve ilim (hükümdarlık, peygamberlik) verdik...” (el-Enbiyâ, 79)
Dâvûd -aleyhisselâm-, son derece firâset sâhibi olması ve Hakk’a gönülden bağlılığı sebebiyle Hazret-i Süleymân’ı on dokuz oğlu arasından kendi yerine halîfe olarak seçti. Fakat İsrâîloğulları, bu tâyine karşı çıktılar:
“−Süleymân çocuk sayılır; aramızda O’ndan daha üstün ve büyük kimseler var!” dediler.
Bunun üzerine Dâvûd -aleyhisselâm-, ind-i ilâhîden gelen emir mûcibince âlimlerin huzûrunda bir imtihân gerçekleştirdi. Oğlu Süleymân’a:
“–Doğruluğu diğer cüz’lerin doğruluğuna, bozukluğu da diğer cüz’lerin bozukluğuna sebep olan nedir?” diye sordu.
Süleymân -aleyhisselâm-:
“–Kalbdir!” dedi.
Bu cevâbı çok beğendiler.
Daha sonra Dâvûd -aleyhisselâm- herkesin asâsının üzerine ismini yazıp bir odaya kilitledi. Yalnız Süleymân -aleyhisselâm-’ın asâsının yeşerip yaprak verdiğini gördüler. Allâh’ın bu lutfuna Dâvûd -aleyhisselâm- hamd etti. İsrâîloğulları da Hazret-i Süleymân’ı halîfe olarak kabûl ettiler. Çok sevindiler.
Böylece hilâfet meselesini Allâh’ın lutfuyla halleden Dâvûd -aleyhisselâm-, oğlu Süleymân -aleyhisselâm-’a şu nasihatlerde bulundu:
“–Ey oğlum! Şaka yapmaktan sakın, çünkü onun faydası azdır. Pişmanlık doğurur. Kızmaktan da sakın, çünkü sâhibini basitleştirir. Takvâya sarıl, zîrâ takvâ her hâle gâliptir.
İnsanlardan bir şey bekleme. İşte bu, hakîkî zenginliğin tâ kendisidir.
Allâh -celle celâlühû-’nun sana vermeyip başkalarına verdiği nîmetlere göz dikmek, senin için bir fakirliktir.
Özür dilemeyi îcâb ettirecek davranış ve sözlerden sakın!
Nefsini ve dilini doğruluğa alıştır!
Bugünün dünden daha hayırlı olmasına çalış!
Namazını, en son namazını kılan kimse gibi kıl!
Aşağı ve bayağı kimselerle ülfet etme!
Kızdığın zaman da, bulunduğun yerden ayrıl!
Allâh -celle celâlühû-’nun rahmetinden ümitvâr ol! Çünkü O’nun rahmeti, herşeyi kuşatmıştır.” (Sâlebî, Arâis, s. 323)
HZ. SÜLEYMAN (A.S.) İLE İLGİLİ AYETLER
Dâvûd -aleyhisselâm-’ın vefâtından sonra Süleymân -aleyhisselâm- hükümdar oldu:
“Biz Dâvûd’a Süleymân’ı verdik. Süleymân ne güzel bir kuldu! Doğrusu O, dâimâ Allâh’a yönelirdi.” (Sâd, 30)
Kendisine çok nîmetler ve tasarruflar verildi:
“And olsun ki Biz, Dâvûd’a ve Süleymân’a ilim verdik. Onlar: «Bizi mü’min kullarının birçoğundan üstün kılan Allâh’a hamd olsun!» dediler.” (en-Neml, 15)
Hazret-i Süleymân, kuşların lisânını ve tesbîhâtını anlardı.
“Süleymân, Dâvûd’a vâris oldu ve dedi ki: «Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize her şeyden (nasipler) verildi. Doğrusu bu, apaçık bir lutuftur.” (en-Neml, 16)
İnsan, cin, hayvânât ve rüzgâr onun tasarrufu ve emri altına verilmişti.
“Süleymân’ın emrine de kasırga (gibi esen) rüzgârı verdik; onun emriyle içinde bereketler yarattığımız yere doğru eserdi. Biz her şeyi biliriz.” (el-Enbiyâ, 81)
“Sabah gidişi bir aylık mesâfe, akşam dönüşü yine bir aylık mesâfe olan rüzgârı da Süleymân’a (O’nun emrine) verdik ve O’nun için erimiş bakırı kaynağından sel gibi akıttık. Rabbinin izniyle cinlerden bir kısmı, O’nun önünde çalışırdı. Onlardan kim emrimizden sapsa, ona alevli azâbı tattırırdık.” (Sebe’, 12)
“Süleyman için, o ne dilerse, mâbedler, heykeller, büyük havuzlara benzer çanaklar ve taşınması güç kazanlar yaparlardı. Ey Dâvûd âilesi şükredin! Kullarımdan şükredenler pek azdır.” (Sebe’, 13)
Bu âyet-i kerîmede geçen “temâsîl” kelimesi; bakır, toprak veya camdan yapılmış canlı ve cansızların heykelleri, resimleri veya tasvirleri olarak yorumlanmıştır. Lafzın delâletine göre âyet, canlı ve cansız resmini kapsamaktadır.
“Temâsîl” kelimesi âyette genel bir mânâ ifâde ettiğinden, Hazret-i Süleymân’ın şerîatinde, canlı ve cansız bütün varlıkların sûret, resim veya heykellerini yapmanın câiz olduğu da anlaşılabilir. Bu hususta müfessirler ihtilâf etmişlerdir. Bu görüşleri iki maddede toplayabiliriz:
1. Müfessirlerin bir kısmı, Hazret-i Süleymân’ın şerîatinde canlıların resim ve heykelini . yapmanın câiz olmadığını, çünkü Hazret-i Süleymân’ın, Hazret-i Mûsâ’nın şerîatine tâbî olduğunu ve onun şerîatinde de açıkça canlı resmi yapmanın yasaklandığını söylerler. Bu görüşe göre “temâsîl” kelimesi, yalnız cansız varlıkların resmini kapsamaktadır. Dolayısıyla İslâm’daki canlı resim yasağına uygunluk arz etmektedir. Şâyet Süleymân -aleyhisselâm-’ın şerîatinde resim ve heykele cevaz verilmiş ise, bunun, o zamanlar henüz putlara tapılma endişesi bulunmadığından kaynaklandığı da düşünülebilir.
2. Bazı müfessirler ise, Hazret-i Süleymân’ın şerîatinde canlı ve cansızların heykel veya resmini yapmanın câiz olduğunu iddiâ etmişlerdir. O hâlde “Kur’ân-ı Kerîm’de bu anlatıldığına göre, canlı ve cansızların heykel ve resmini yapmanın İslâm’da da câiz olduğu hükmüne varılabilir mi?” Bu suâle İslâm hukukçuları ve müfessirler; “İslâm’da manzara, dağ, orman ve ağaç gibi yalnız cansız varlıkların ve nebâtâtın resmini yapmak câizdir.” diye hüküm vermişlerdir. Çünkü Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- birçok hadîs-i şerîfinde canlıların resmini yapmayı yasaklamıştır. Resimle alâkalı hadîs-i şerîfler, bu husûsu îzâh etmektedir.
Nitekim İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ-’nın rivâyetine göre Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Kim dünyâda bir canlı resmi yaparsa, kıyâmet günü, yaptığı o resme can vermeye zorlanır. O ise, (resme) aslâ can veremez.” (Buhârî, Libâs, 97; Ta’bîr, 45; Müslim, Libâs, 100)
Yine İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ-’nın anlattığına göre Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Mekke’nin fethi günü Beytullâh’ta tasvirler görünce içeri girmemiş, onların imhâ edilmesini emretmişti. İçeride Hazret-i İbrâhîm ve Hazret-i İsmâîl -aleyhimesselâm-’ın ellerinde kumar okları bulunur vaziyetteki resimlerini görmüştü. Şöyle buyurdu:
“−Allâh (bu resimleri yapanların) canlarını alsın! Vallâhi onlar (İbrâhîm ve İsmâîl -aleyhimesselâm-), aslâ oklarla kısmet aramadılar.” (Buhârî, Enbiyâ, 8; Hacc, 54; Megâzî, 48)
Netîce olarak Hazret-i Süleymân’ın şerîatinde canlıların resim ve heykelini yapmanın câiz olduğu kabûl edilse bile, bu fiil, İslâm’da kesinlikle yasaklanmıştır.
Nitekim İbn-i Mes’ûd -radıyallâhu anh-’ın haber verdiğine göre, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, canlı resmi yapanların kıyâmet günü azâbın en şiddetlisine çarptırılacağını bildirmiştir. (Buhârî, Libâs, 89; Müslim, Libâs, 96) Çünkü resim ve heykele gösterilen aşırı ihtimâm, neticede insanları putperestliğe götürmüştür.
Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- da şöyle anlatır:
Cebrâîl -aleyhisselâm-, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e belli bir saatte geleceğini va‘detmişti. Vakit gelmiş, fakat Cebrâîl -aleyhisselâm- gelmemişti. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- elinde bulunan sopayı yere attı ve:
“Allâh da Rasûlleri de va‘dinden caymaz!” buyurdu.
Sonra etrâfa bakınmaya başladı. Bir de ne görsün; sedirinin altında bir köpek eniği! Bunun üzerine:
“−Ey Âişe! Bu enik buraya ne zaman girdi?” diye seslendi.
Ben de:
“−Allâh’a yemîn ederim ki bilmiyorum.” dedim.
Emir verdi, köpek yavrusu evden çıkarıldı. Cebrâîl -aleyhisselâm- da hemen geldi.
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Bana söz verdin, ben de bekledim, ama sen gelmedin.” dedi.
Cebrâîl -aleyhisselâm-:
“–Gelmemi, evinizdeki köpek engelledi. Biz melekler, içinde köpek ve sûret bulunan eve girmeyiz.” cevâbını verdi. (Müslim, Libâs 81, 82. Ayrıca bkz. Buhârî, Bed’ü’l-halk 7, Libâs 94; İbn-i Mâce, Libâs 44)
Bu hadîs-i şerîfte “köpek”le birlikte zikredilen “sûret”, sırf resim olarak telâkkî edilmemelidir. O, canlı varlıkların heykel veya kabartmalı bir şekilde tasvîrini de içine almaktadır. Resim ise bir gölgenin tespiti gibidir; hacme sâhip değildir. Bununla beraber, “sûret” her türlü canlı varlığın resmine şâmil bir sûrette telakkî edilse bile, onun hakkındaki yasağın, putperestliğin yakın olduğu bir zaman sebebiyle vâkî olduğu da düşünülebilir.
Diğer taraftan, günümüzde resim ve fotoğrafın günlük hayatta kullanım sahasının genişlemiş olduğu ve bâzı durumlarda zarûrî bir ihtiyaç hâline geldiği de mâlumdur. Dinamik bir yapıya sâhip olan İslâm dîni, zaman içinde zarûret mevkiine gelen bu tür ihtiyaçlar için belli bir meşrûiyet sınırı belirleyerek onun kullanılmasına müsâade etmiştir.
- İçinde Köpek Olan Eve Melekler Neden Girmez?
Yeri gelmişken şunu da hatırlatalım ki, yukarıdaki hadîs-i şerîfte ifâde edildiği üzere, içinde köpek